23 Eylül 2008 Salı

Atilla Yayla'dan yorum - Medyaya karşı nasıl korunacağız?



Medyaya karşı nasıl korunacağız?
Huyum kurusun. Aykırı tarzları ve fikirleri severim. Yaygın inanç ve kabullerden şüphe ederim. Onları sorgularım. Toplu inanma veya toplu ret ayinlerinden hazzetmem. İnsanların kitleler halinde inandığı şeyleri reddetmeye meyilliyimdir.
İnsanda akla ve sağduyuya inanırım. Grup sadakatini insanî değerleri zaafa uğratmanın en etkili yolu olarak görürüm. Bir şeyin veya bir kişinin abartılı reklamı yapılıyorsa ve hele bu, bu alanda sicili hayli bozuk kişi ve kuruluşlarca yapılıyorsa hemen kuşkulanırım. İtiraf etmeliyim ki bu şüpheci ve sorgulayıcı kişiliğim ve tavırlarım zaman zaman başımı derde sokuyor. Rahatımı kaçırıyor. Ama ne yapayım, anlamak istemeyenlere bir kere daha ve bu sefer İngilizce söyleyeyim: "I am what I am".
Mamafih, böyle olmanın yararları da çok. Hepsinden önemlisi siz siz olabiliyorsunuz. Değerlerinizi bizzat seçebiliyorsunuz. Ne yapmak istediğinize kendiniz karar verebiliyorsunuz. Ve başka insanlar tarafından manipüle edilmekten kurtulabiliyorsunuz. Serde bireycilik ve popüler entelektüel kültüre şüpheci bakış da olunca bazen başkalarının fark edemediğini fark edebiliyor ve böylece gergedanlaşmaktan kurtulabiliyorsunuz. Bugünlerde yine kendimi kalabalıktan epeyce ayrı düşmüş hissediyorum. Bunun sebebi, Başbakan'ın bazı gazeteleri boykot çağrısı ve buna bir kısım medyanın abartılı ortak reaksiyonu. Biliyorsunuz, Başbakan ile bir medya grubu arasında bir söz düellosu yaşandı. Sonunda Başbakan kendi partisine mensup kimselere "yalan yazan bu gazeteleri almayın, evinize sokmayın" tarzında bir çağrıda bulundu. Bu çağrı bir kısım medyada kıyametin kopmasına yetti. Ben fark etmemiştim ama bu çağrı, söz konusu gazetelere göre, gazetelere bir "müdahale" imiş ve basın özgürlüğüne aykırıymış. Radikal "radikal" bir başlık çekerek "faşizmin ayak sesleri" demiş. Vay be! Niye sosyalizmin ayak sesleri değil de faşizmin ayak sesleri, önce onu sormak lazım. Faşist ülkelerde, benim bildiğim, sosyalist ülkelerden daha fazla basın özgürlüğü vardı. Veya tek parti döneminin ayak sesleri denmesi daha münasip olmaz mıydı? Meram totaliterizmde basına verilen yeri anlatmaksa neden ille totaliterizmin faşist türü öne çıkarılıp sosyalist türü ihmal edilir? Herkes içimizdeki faşizmden söz ediyor ama kimse içimizdeki sosyalizmi dert etmiyor. Tuhaf değil mi? Sonra, dediğim gibi, niye uzağa gidiyoruz? Basın özgürlüğünü budamanın dik âlâsı tek parti döneminde yapılmadı mı? Niye o tek parti dönemine hiç referans yok? Tek parti döneminde gazeteciler basın özgürlüğünü doya doya mı gıdım gıdım mı teneffüs ediyorlardı?
Ne zamandır özgürlükten yanasınız?
azı gazetelerin yazarlarına ve o gazetelere demeç veren kimilerine göre Başbakan'ın boykot çağrısı totaliter bir tavırmış, anti-demokratikmiş, basın özgürlüğüne aykırıymış, basına baskıymış. Niye ki? Bir izah etseler ben de anlasam. Başbakan'ın bu tartışmaya bizzat girmekle akıllılık edip etmediği, bunun rasyonel bir davranış olup olmadığı, kullandığı üslubun yakışık alıp almadığı tartışılsa anlarım. Ama bu kocaman kocaman iddialar nereden çıkıyor ve neye dayandırılıyor? Başbakan bazı gazeteleri okumayın demiş, bu gazeteleri çıkaranları hapse atın, matbaalarına el koyun, mürekkep almalarını engelleyin dememiş. Bir siyasî lider olarak tabanına bu gazeteleri okumamaları çağrısında bulunmuş. Buna hakkı yok mu? Niye telaşa kapılıyorsunuz? Herkesin Başbakan'ın bu çağrısına uyacağını mı zannediyorsunuz? Uyan da olur tersini yapan da. Hatta Başbakan'ı sevmeyenlerin bir kampanya başlatıp bu gazetelerin tirajını sıçratması daha muhtemeldir. Başbakan tabanı üzerinde bunu sağlayacak derecede etkili ise bunu zaten açık çağrıda bulunmadan da yapacaktır. Yani değişen bir şey olmayacaktır. Yani, Demirel üslubuyla söylersek, "telaşa mahal yok!"tur.
Tamam, Başbakan tavrını gözden geçirsin ama bu medya grubunun da tavrını gözden geçirmesi gerekmez mi: Önce şark kurnazlığını terk etmeleri iyi olmaz m? Adını verdiğim gazete "Erdoğan'ın gazeteleri boykot çağrısı..." demiş. Benim bildiğim Erdoğan bazı gazeteleri boykot edin dedi bütün gazeteleri değil. Yani bu gazetenin bağlı bulunduğu grubu kastetti. Ne oluyor, bu grup sadece kendi gazetelerini mi gazete sayıyor? Alın işte ben de buradan aynı çağrıyı tekrarlıyorum vatandaşlarıma. Hatta öğrencilerime de söyleyeceğim derslerimde. Yalan yazan, kişilik haklarına saygı göstermeyen, gazeteleri siyasetçilere ve sıradan vatandaşlara karşı tehdit ve şantaj aracı olarak kullanan, basın özgürlüğünden dem vurup linç kampanyaları açan veya linç kampanyalarını destekleyen gazeteleri satın almayın diye. Ne yanlış var bunda? Bir vatandaş olarak buna hakkım yok mu? Gazeteler ve gazetecilik kutsal mı? Basın özgürlüğüne saygı göstermek demek gazetelere hiç karşı çıkmamak, onlara asla itiraz etmemek, ne yaparlarsa yapsınlar sineye çekmek demek midir?
Bu grup ne zamandan beridir basın özgürlüğüne önem veriyor? Yıllardır uyduruk irtica raporlarında bazı gazete ve gazetecilerin "irticai", "mürteci" sıfatlarıyla damgalanmasına ne zaman itiraz ettiler? Yoksa, itiraz bir yana, bu raporları alkışlayıp raporlamayı teşvik mi ettiler? Bir gazetenin sahibi bir namaz çıkışında "deprem Allah'ın bize cezasıdır" gibi bir şey dediği için hapis yatırılmadı mı? Bunu sağlamak için bazı gazete ve televizyonlar ısrarlı ve bilinçli bir çaba sarf etmedi mi? Bir şarkıcı bir aykırı şey söyledi diye linç kampanyasına tabi tutulup ülkesini terk etmek zorunda bırakılmadı mı? Bunu yapanlar bütün dillerin en güzel kelimesi özgürlüğü kendilerine isim olarak seçenler değil miydi? Basın özgürlüğünde çok hassas olan bu gazeteler ve gazeteciler bu mağduriyetleri yaratan süreçlerin yorulmaz savaşçıları değil miydi? Bu gazeteler Genelkurmay'ın basın özgürlüğüne doğrudan aykırı akreditasyon uygulamasına karşı ne yaptılar? Herkesi sorguladılar da niye silahlı bürokratlara çanak sorular sormanın dışına çıkamadılar, "toplum adına" askerleri denetleme görevini yerine getirmediler? Buna cesaretleri mi bilgileri mi yetmedi? Yoksa niyetleri mi yoktu? Yoksa onların hedefi sadece politikacılar, özgürlükçü yazar ve akademisyenler, onlar gibi inanıp yaşamayanlar mı? Daha yakınlardan, daha taze bir olayı hatırlatayım. Haftalardır Sabah Grubu'na karşı bir batırma, yıkma kampanyası izleyenler kimler? Niye Sabah Grubu'na karşı kendileri boykot kampanyası başlattılar, günler boyunca köşelerinden kendileri gibi yayın yapmadığı için Sabah Gazetesi'ne saldırdılar? Onu ve çalışanlarını aşağıladılar, karaladılar? Bütün bunlar basın özgürlüğüne aykırı değil miydi? Bu kampanyanın ayak sesleri neyin sesiydi? Faşizmin mi yoksa başka bir şeyin mi? Hiç şüphesiz, demokratik bir ülkenin temel gereklerinden biri hür basındır. Basın özgür olmalıdır. Sansürlenmemelidir. Engellenmemelidir. Bunun anlamı devletin elindeki imkân ve araçları kullanarak yayın organlarını susturmaması, siyasî sebeplerle onların sahiplerini ve çalışanlarını cezalandırmamasıdır. Ama ya yayın organlarının kendileri basın özgürlüğünü ve ifade özgürlüğünü çiğnerse, korumasız insanlara karşı linç kampanyaları açarsa, yalan yanlış haber ve iddialarla kişilerin şeref ve haysiyetini incitirse, kişilik haklarını bilinçli ve ısrarlı şekilde ihlal ederse ne olacak? Biz sıradan insanlar gazeteler ve televizyonların saldırı ve karalamalarına karşı kim tarafından ve nasıl korunacağız? Gazetecilerin tacizine uğrarsak ne yapacağız? Bir hayal dünyasından bahsetmediğimi bu ülkede yaşayan herkes biliyor. Ben çok daha iyi biliyorum. Benim gibi insanlar ifade özgürlüklerinin medya tarafından engellenmesi ve kişilik haklarının tepe tepe çiğnenmesi karşısında ne yapacaklar, kendilerini nasıl koruyacaklar?
Hayatı medya tarafından mahvedilenler albümü
üşünen insanlara sesleniyorum. Bir kısım medyadaki şamataya aldanmayın, yanıltma çabalarına teslim olmayın. Bugün Türkiye'de çok ciddi bir medya ahlakı, kişi hak ve hürriyetlerinin medyaya karşı korunaklılığının kuvvetlendirilmesi meselesi vardır. Medya masum, çaresiz insanların hayatını mahvedebilir ve hiçbir şey olmamış gibi elini kolunu sallayarak çalışmaya devam edebilir. Bir kısım medyada ahlakî standartlar ya hiç yoktur ya da çok düşüktür. Hem malî hem organizasyonel olarak güçlü medyada çıkan bir yanlış veya kasıtlı haberi düzelttirmek, eğer siz de güçlü değilseniz -yani medyanız, paranız, yüksek bürokratik veya siyasî statünüz yoksa- hemen hemen imkânsızdır. Hayatı medya tarafından haksız ve keyfî şekilde mahvedilen insanların bir albümü yapılsa bu albümün çok kalın olacağından şüphe etmeyin. O yüzden, insan şeref ve haysiyetine, insan hak ve özgürlüklerine değer veren, demokratik sisteme ve gücün denetlenmesi gerektiğine inanan herkes ahlaksız ve ilkesiz medya organlarına karşı dikkatli olmalıdır. En azından bu tür medya organlarına satın almamak ve seyretmemek yoluyla tepki göstermeli ve bunu yapmak için siyasilerin çağrısını beklememelidir.
İktidara ve TBMM'ye de bir çağrım var. Medyanın ihlallerine karşı kişilik hakları daha kuvvetli korunmalıdır. Başbakan'ın siyasî kavgası kendisi için çok önemli olabilir, ama hem vatandaşların güvenli gündelik hayatı hem de demokratik sistemin bizzat kendisinin geleceği açısından kişilik haklarının kullananları azdıran bir güç teşkil eden medya organlarına karşı hukukî olarak korunması çok daha önemlidir. Bununla ilgili hukukî mevzuat güncellenmeli ve takviye edilmelidir. Ülkenin asıl problemi malum medya grubunun AKP karşıtlığı değil, insan hakları karşısındaki saygısızlık ve hoyratlığıdır. Meclis'in ve hükümetin asıl bu konu üzerinde odaklanması gerekir. Bu yolda verilecek bir mücadele daha meşru ve daha saygıya değer olacak ve mutlaka arkasında daha büyük bir toplumsal destek bulacaktır.
PROF. DR. ATİLLA YAYLA - GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
23 Eylül 2008, Salı

Hiç yorum yok: